TANRIMIZ NEREDE?

Jack ve John adında iki kardeş varmış. Bu kardeşler küçük bir kasabada yaşarlarmış. Her ikisi de yaramazlıkta sınır tanımıyorlarmış. Artık öyle bir üne kavuşmuşlar ki, sormayın gitsin. Mahallede kırılan, dökülen, camların, kuyruğuna teneke bağlanan kedilerin, lastiği indirilen arabaların, diğer çocuklarla yapılan kavgaların tüm sorumlusu bu iki afacan kardeşlermiş. Artık daha fazla dayanamayan mahalle sakinleri bu yaramaz çocukların evlerine gelerek anne-babaya:
“Bu çocukların sorunu neyse çözün yoksa biz kaba kuvvet kullanarak çözeceğiz, derler!”
Anne ve baba bu şikâyet olayından sonra kara kara düşünmeye başlarlar. Aradan biraz zaman geçtikten sonra annenin aklına bir fikir gelir ve kocasına dönerek:
“Hayatım, ne yaptık, ne ettiysek çocukları bir türlü bu kötü huylarından vazgeçiremedik. Üstelikte her geçen gün daha da yaramazlaşıyorlar. Diyorum ki, bu çocukları Papaz efendiye götürüp bir göstersen belki onları yola getirir.” der.
Çaresiz kalan baba fikri pek beğenmese de kiliseye gidip yaşananları Papaz efendiye anlatır. Papaz efendi biraz düşündükten sonra adama dönerek:
“Pazar günü öğleden sonra her ikisini de bana yolla.” der.
Adam eve gelir ve çocuklarına:
“Pazar günü öğleden sonra Papaz Efendi ikinizi de görmek istiyor.” der.
Pazar günü öğleden sonra iki kardeşte kiliseye gelirler. Papaz ilk olarak büyük kardeş olan Jack’i yanına kabul eder. Jack korka korka Papazın karşısına oturur. Papaz Jack’in gözlerinin içine bakarak:
“Evladım, Tanrımız nerede?” der.
Jack’in rengi-benzi solar ve ne diyeceğini bilemeden papaza bakakalır. Papaz soruyu tekrar sorar:
“Evladım, Tanrımız nerede?”
Jack daha beter şok olur, boğazında bi düğüm ne yapacağını bilemez. Papaz soruyu daha yüksek ve kızgın bir sesle yineleyince Jack oturduğu yerden fırlayıp odadan çıkarak kardeşinin elini tutar ve birlikte eve kadar arkalarına bakmadan koşarlar. Eve varınca hemen odalarına girip bir yatağın altına saklanırlar. Olanlardan hiçbir şey anlamayan küçük kardeş:
“Neden kaçıyoruz ?” diye sorar.
Büyük kardeşte yanıtlar;
– “İşte şimdi hapı yuttuk, başımız büyük bela da oğlum. Tanrı kaybolmuş, ortada yok, bizden biliyorlar!” demiş.
***
Hikâye gerçek ya da değil, bunun bir önemi yok. Önemli olan hikâyeden nasıl ders çıkarılacağıdır. Hikâyede bir ailenin afacan iki çocuğunun sorununa bir çözüm aranmış, fakat bulunamamış ve son çare olarak Papaza gidilmiştir. Papaz’da iyi niyetiyle anne ve babaya yardımcı olmak istediği için çocuklara: “Siz yaramazlık yaparken, başkalarının malına zarar verirken, zannediyorsunuz ki sizi kimse görmüyor ve bundan dolayı cezalandırılmayacaksınız. Hâlbuki her şeyi gören ve bilen bir ‘Yaratıcı’ var.” demek, istemiş; ancak çocukların gelişim özelliklerini iyi bilmediği içinde hata yapmıştır.
Korkuya dayalı bir eğitim, hiçbir zaman faydalı olmamış, olamaz ve de olmayacaktır. Özellikle Tanrı, Melek, Şeytan, Peri gibi soyut kavramlarla çocukları korkutarak uslandırmak ise tamamen yanlış bir anlayıştır.
Unutmayalım ki, çocukları bedensel ve zihinsel açıdan korkutarak onlara hiçbir şekilde yardımcı olamayız. Çocuklar genel olarak dokuz on yaşlarına kadar soyut kavramları anlayamazlar. Bu konu da dikkatli olunmalıdır.

Kaynak: Küçük Filozoflardan Öğretiler. 2017

 

ÇOCUKLARI ÖRNEK ALMAK

Bir zamanlar çok akıllı bir Bilge varmış. Bu Bilge hem çok bilgili hem de çok iyi kalpliymiş. Öğrencileri bir gün onun çevresini sarıp ona merakla sormuşlar:
“Kendimize kimi örnek alalım? Bilginleri mi, zenginleri mi yoksa yöneticileri mi?”
“Hiç birisini,” diye cevap vermiş bilge.
Öğrencilerden biri:
“Peki,” demiş. “Öyleyse kimi örnek alalım?”
Bilge:
“Çocukları.” deyivermiş.
Bilgenin çevresini saranlar, daha çok şaşırmışlar.
“Ne, çocukları mı?” demişler:
“Evet” demiş Bilge. “Çocukları.”
Öğrencilerden biri itiraz etmiş:
“Ama onlar hiçbir şey bilmezler ki.”
Diğer öğrenci eklemiş:
“Üstelik hep yaramazlık yaparlar.”
Bilge:
“Hayır, yanılıyorsunuz,” demiş ve devam etmiş.
“Bir kere çocuklar hep meşguldürler. Asla boş durmazlar.”
“Her zaman iyi niyetlidirler. Hiçbir zaman kötülük düşünmezler.”
“Ayrıca onlar, hiçbir şeye ihtiyaç duymadan mutludurlar.”

***
Bütün çocuklar gelişim süreçlerinde, gördükleri ve duydukları çoğu şeyi taklit etmeye çalışırlar. İyi ya da kötü, hiç farketmez. Çünkü bunları ayırt edemezler.
Özellikle okulöncesi dönemde çocuk, kendisini özdeş tutacağı model olarak anne ve babasını alır. Yani anne ve babanın hareket, tutum, konuşma gibi davranışlarını benimser ve taklit etmeye çalışır.
Çocuğun anne ve babasını model olarak alması, çocuğun gelecekteki kişilik yapısın, duygu ve düşüncesini doğrudan etkiler.
Bu nedenle, çocuğunuzla olan bütün iletişimlerinizde, yaptıklarınıza ve söylediklerinize dikkat etmeniz gerekiyor. Aksi halde, ileride bunları değiştirmeniz güç olabilir.
• Çocuklarımız söylediklerimize değil yaptıklarımıza bakarlar. Kitap okuyorsak kitap okur, Tv seyrediyor ve başından kalkmıyorsak tv bağımlısı olurlar.
• Arkadaşımız aradığında bahane uyduruyor gelemeyeceğimizi söylüyor, bir başka arkadaşımızla program yapıyorsak yalan söylemeyi öğrenirler.
• Arkadaşlarımız varsa, sosyal ortamlara giriyor ve de insanlara zaman ayırıyorsak, çocuklarımızda sosyal varlıklar olacaktır.
• Çok daha büyük oranda bizim yaşantımızdan yaptıklarımızdan etkilenirler, huysuz biriysek huysuz, iyi huylu sakin bir kişiysek iyi huylu ve sakin olurlar.
• Kendisine çok düşkün olup yanımızdan ayırmıyorsak, bağımlı olup yanımızdan ayrılmayacak ve bizi bir an bile olsun bırakmak istemeyecektir.
• Spor yapıyorsak spor yapacak, bolca aburcubur yiyor, düzeni diyet uygulamıyorsak aburcuburu sevecektir.
• Babanın alkol bağımlısı olduğu durumlarda alkole düşkünlük duyacak ilerde kendiside bağımlı olmasa bile sıkıntılı durumlarda alkole sarılacaktır.
• Anne–baba olarak tek görevimiz çocuklarımızı korumak ve kollamak değil, aynı zamanda ileride, biz yanlarında yokken, kendi ayakları üzerine basan, özgüvenli ve sorumluluk sahibi bireyler olarak yetişmelerine yardımcı olmak ve gelecekteki zorlu hayat koşullarının ufak similasyonlarıyla onları hayata hazırlamaktır.

Kaynak: Mustafa Birgin: Küçük Filozoflardan Öğretiler. 2017

 

BABA ÇOCUK İLİŞKİSİNİN ÖNEMİ

Bir gün adam yorgun argın işten eve döner. Duşunu alıp yemeğini yer ve televizyonun karşısına geçip film izlemeye başlar. Çok geçmeden 5 yaşındaki oğlu elindeki oyuncaklarla babasının yanına gelip:
“Babacığım birlikte biraz oyun oynayalım mı?” der.
Yorgun olan adam:
“Görmüyor musun, çok yorgunum, git odanda kendin oyna!” der.
Çocuk bu cevap karşısında çok üzülür ve tekrar basına:
“Baba, 1 saatte ne kadar para kazanıyorsun?” diye sorar.
Adam:
“N’apacaksın?” diye cevap verir.
Bunun üzerine çocuk:
“Babacığım lütfen, bilmek istiyorum,” diye ısrar eder.
Adam:
“İlla bilmek istiyorsan 30 dolar,” diye cevap verir.
Bunun üzerine çocuk:
“Peki, bana 15 dolar borç verir misin?” diye sorar.
Adam iyice sinirlenip:
“Benim senin saçma oyuncaklarına veya benzeri şeylerine ayıracak param yok, hadi derhal odana git ve kapını kapat!” der.
Çocuk sessizce odasına gidip kapısını kapatır. Adam sinirli sinirli bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder diye düşünür.
Aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşir ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşünür. “Belki de gerçekten lazımdı” der. Yukarı çocuğun odasına çıkar ve kapıyı açar. Yatağında olan çocuğa:
“Uyuyor musun?” diye sorar.
Çocuk:
“Hayır!” diye cevap verir.
“Al bakalım istediğin 15 doları. Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim,” der.
Çocuk sevinçle haykırır:
“Teşekkürler babacığım!” der.
15 doları alan çocuk, yastığının altından bir 15 dolar daha çıkartır:
“Al baba şu 30 doları, şimdi 1 saatini bana ayırıp benimle oyun oynar mısın?” der.

 

İyi baba olmak; sevgi, deneyim, sabır ve bilgilenme işidir. Annedeki gibi prolaktin hormonu ile desteklenme, yani biyolojik faktörler yoktur. Babalık yaşantısı eşin hamileliği ile başlar. Bu dönemde baba adayı, doğum öncesindeki gelişimi adım adım eşiyle birlikte izler. Eşini gerginleştirecek ortamı oluşturmamaya özen gösterir. İşte babalık sorumluluğu da böylelikle başlamış olur.
Baba-çocuk ilişkisi, çocuğun sağlıklı bir benlik algısı geliştirmesi açısından önemlidir: Bireyin kendini algılayışı biçimine benlik algısı diyoruz; güçlüyüm, akıllıyım, değerliyim, önemliyim vb. Baba çocuğun kendine ve dünyaya güven duygusunun gelişmesinde büyük bir öneme sahiptir. Güven ve sevgi dolu bir baba-çocuk ilişkisi çocuğun girişimci ve kendi olan bir birey olmasına katkıda bulunur.

Sağlıklı bir baba-çocuk ilişkisi çocuğun bilişsel gelişimine olumlu katkılarda bulunur. Yapılan araştırmalar babasıyla yakın ve kaliteli ilişki içinde olan çocukların zihinsel gelişimlerinin ve akademik başarılarının olumlu yönde etkilendiğini göstermektedir.

Baba-çocuk ilişkisi, çocuğun kişilik ve ahlaki gelişimi açısından önemlidir: Babanın çocuğa model olması çocuğun toplumsal ve kişilik değerlerinin (dürüst olma, yalan söylememe, başkalarının hakkına saygılı olma, iyi iletişim kurma, kurallara uyma vb.) gelişimini etkilemektedir. Babanın tavır ve davranışları çocuğun sınırlarının nerede başlayacağını belirler.

Baba hem erkek çocuğu için hem de kız çocuğu için cinsiyet rollerinin benimsenmesinde önemli rol oynar. Yapılan araştırmalar babanın anneden farklı olarak, çocuğun cinsiyetine göre davranmayı daha çok başardığını göstermektedir. Ayrıca baba aileye kültür tarafından belirlenmiş erkeklik ve kadınlık kavramlarını aktaran birinci kişidir. Erkek çocuğun özdeşim modeli olarak babayı seçmesi için, babanın oğluyla sağlıklı bir iletişim, uyumlu ve doyumlu bir ilişki içinde olması, sağlıklı bir model olması gerekir. Kız çocuğunun cinsiyetini benimsemesi için babanın kızının feminen davranışlarını onaylaması çok önemlidir.

Sağlıklı bir baba-çocuk ilişkisi nasıl kurulabilir?

• Çocuğun doğumundan itibaren onun bakımında (çocuğu besleme, uyutma, banyo yaptırma vb.) anneye yardımcı olmak sağlıklı baba-çocuk ilişkisinin başlamasını sağlar.
• Çocukla oyun oynama ya da birlikte bir etkinlikte bulunma (alışveriş yapma, balık tutma, oyuncaklarla oynama, maça gitme, sinemaya gitme vb.) sağlıklı bir ilişki için vazgeçilmezlerden biridir.
• Babanın çocuğunu övmesi, onun olumlu özelliklerinden söz etmesi çocuk için son derece önemlidir. Ancak övgü gerçekten hak edilmiş ve samimi olmalıdır. Baba çocuk için sürekli “meşgul ve yorgun” olan bir birey olmamalıdır. Çocuk istediğinde babaya ulaşabilmeli, baba eve geldiğinde yorgunluğunu çocuklarıyla birlikte çıkarabilmenin yollarını denemelidir.
• Çocuğun yaşı kaç olursa olsun anne babanın sevgisine ihtiyacı vardır.
• Çocukların özel günleri babalar için iyi bir fırsattır. Çocuğun okulda bir gösterisinde, doğum gününde ve diğer etkinliklerinde yanında olmak baba-çocuk ilişkisini pekiştirecektir.
• Çocukların da bizler gibi değerli olduğunu hissetmeye ihtiyacı vardır. Bir söz, bir dokunuş ya da içten bir gülücüğün değeri hiçbir şeyle ölçülemez.

 

ANNE ÇOCUK İLİŞKİSİNİN ÖNEMİ

İçeri girer girmez neşeyle bağırdı:
“Anne biliyor musun bugün yuvada ne oldu?”
“Görmüyor musun? Telefonla konuşuyorum.”
Herkesin sevdiği şey birbirine benzemiyordu. Annesi telefonu, babası arabayı seviyordu. Her şey erteleniyordu, telefon ve araba söz konusu olduğunda… Bir de eve misafir gelecek oldu mu kendisine hiç yer kalmıyordu. Nerelere gitseydi? Annesi kapattı telefonu. Mutfaktan tencere sesleri geliyordu. Koşarak yanına gitti:
“Sana yardım edeyim mi?” dedi, en sevimli hâlini takınarak.
Annesi manalı manalı baktı:
“Hayırdır? Bir yaramazlık mı var? Bak bir de seninle uğraşmayayım. Çok yorgunum zaten.”
Yorgunluk nasıl bir şeydi? Bazen elinde oyuncağıyla uykuya daldığında anneannesi oyuncağı yavaşça elinden alır: “Nasıl yorulmuş yavrucak. Uykunun gül kokulu kolları sarsın seni,” diyerek alnına bir öpücük konduruverirdi.
Yorgunluk gül kokulu bir uykuya dalmaksa eğer, neden annesi kendisiyle böyle kızgın kızgın konuşuyordu.
“Anneciğim yorulduğun zaman gül kokulu uykulara dalarsın. Anneannem öyle söylüyor.”
“Uykuya dalayım da gül kokuları kusur kalsın. Yorgunluktan ölüyorum.”
Bu kelimeden nefret ediyordu: yorgunum, yorgun olduğumdan, böyle yorgunken…
“Anneciğim sen yorulma, diye…”
“Yemekte konuşuruz çocuğum. Bankada işler yetişmedi. Baban gelene kadar bunları bitirmem lazım. Hadi sen oyna biraz.”
Hani siz yoruluyorsunuz ya… Eeee… Ben de oynamaktan yoruluyorum. Ne yapayım bilmem?
Yapılmaması gerekenleri biliyordu da büyükler, yapılması gerekenleri hiç bilmiyorlardı. Işıklar söndü birden. Annesi öfkeyle söylenmeye başladı:
“Mum da yok!” diye diye karıştırdı bütün dolapları el yordamıyla.
Çocuk sırtüstü yatıp, anneannesinin köyünü düşündü. Gaz lambasının ışığında deli tavşan masalını anlatışını. Deli tavşanın duvardaki aksini getirdi gözlerinin önüne. Anneannesi gibi iki ellerini birleştirip işaret parmaklarını yukarı kaldırarak tavşan kafası yaptı.
“Bak tavşan!” diyerek parmaklarını oynattı. Yoldan geçen arabaların farları duvardaki tavşana yol açtı. Tavşan alabildiğine hür dolaştı sağda solda. Otlarla kuşlarla konuştu. Sonra yorgun düştü. Duvardaki görüntü minik avuçların açılmasıyla kayboldu. Kolu yavaşça kanepeden aşağı sarktı. Sonra ışıklar geldi. Kadın çocuğun hiç konuşmadığını akıl etti. Birden kanepeye koştu. Küçücük dizlerini karnına doğru çekerek uykuya dalmıştı. Masanın üstündeki dosyalara baktı iğrenerek. Dindirilmez bir pişmanlık doldurdu içini. Uyandırmaktan korka korka küçük alnına bir öpücük kondurdu. Çocuk sanki bir ipucu bekliyormuşçasına aralanan gözleriyle mırıldandı:
“İşin bitince beni sever misin anne?” dedi.
Kadın, sevilmek için randevu alan çocuğuna bakarak sabaha kadar ağladı.

 

Annenin çocukla ilişkisinin en önemli evresi, doğumdan hemen önce başlayıp, doğumdan sonraki aylarda süregelen ilişkidir. Burada annenin başta eşinin desteği olmak üzere toplumca destek ve yardıma ihtiyacı vardır. Anne çocuk ilişkisinde fiziksel temas büyük önem taşır. Annenin beden kokusu, ısısı, çocuğu alış biçimi bu iletişimde çok önemlidir. Özellikle 0-3 yaş arasında olması gereken bu yakın ilişkinin gerçekleşmemesi, gelecekte görülebilen birtakım davranış bozukluklarının sebebi olarak gösterilmektedir. Yine bu dönemde annenin yokluğundan kaynaklanan “duygusal yoksunluk” gerek zihinsel gerek duygusal ve sosyal gelişim gerilemesine ve gecikmesine neden olabilmektedir.

Hayatın ilk yılında bebeğin psiko-sosyal görevi, güvenmeyi öğrenmektir. Bebek ile annesi arasındaki ilişkiden doğan güven duygusu, insanın ileride kuracağı kişiler arası ilişkilerin temelini oluşturur. Bebeğin ihtiyaçlarına annenin yerinde ve zamanında yönelebilmesi, onun sıkıntılarını giderebilmesi, sözsüz dilini anlayabilmesi anneyle bebek arasında kurulan karşılıklı anlayış ve güvenin temelini oluşturur.

Anne bebek arasındaki ilişki öncelikle bebeğin fiziksel ve ruhsal gereksinimlerini doyurur. Her çocuk biyolojik ve genetik yapısı, zekâ, duygusal ve sosyal gelişimi açısından başkalarından, hatta öz kardeşlerinden farklıdır. Bu nedenle çocuk yetiştirmenin ustalığı, her çocuğa göre ayrı ve her çocuğun içinde bulunduğu döneme uygun düşecek biçimde farklı davranabilmekte yatar.

Sağlıklı anne çocuk ilişkisinin oluşumunda annenin ruh sağlığı büyük önem taşımaktadır. Mutsuz bir evlilik sonucu, annenin eşinden yeterli ilgi görememesi, ailenin ekonomik sıkıntıları, babanın, çocuğun doğumunu isteksiz bir şekilde karşılaması, annenin gerginliğini artıran, dolayısıyla anne çocuk ilişkisini zedeleyen etmenlerdir.

İki yıl içinde anne-çocuk arasındaki duygusal ilişkiler, gelişmenin temelini oluşturur. Bebeğine karşı sıcak bir yaklaşım içindeki anne, dil gelişimi açısından “cıvıldama” evresini yaşayan 3 ay dolaylarındaki bebeğiyle adeta sohbet eder. Bu iletişim gelişiminin tümünü özellikle dil gelişimini olumlu açıdan etkiler. Annenin okşayarak, besleyerek, oynayarak çocuğuyla kurduğu diyalog, duygusal doyumun sağlanmasına ve anne-çocuk arasındaki köprünün pekişmesine neden olur.

 

ÇOCUĞUN DUYGUSAL GELİŞİMİ

Duygu: Belirli nesne, olay ya da kişilerin bireyin iç dünyasında uyandırdığı izlenimler olarak tanımlanır.

İnsan, hayatı boyunca çevreden gelen uyarıcıların etkisiyle çeşitli duyguları yaşar. Birey sosyal çevre ile etkileşim içindeyken az ya da çok haz ve elem duyguları içindedir. Çocukların fizyolojik ve psikolojik ihtiyaçlarının karşılanması ya da karşılanmaması onlarda bazı duyguların oluşmasına neden olur. Yaşamın ilk günlerinde altı değiştirilen, karnı doyurulan bebek haz duyar. Ancak büyümeyle birlikte sadece fiziksel ihtiyaçlarının karşılanması haz duyması için yeterli değildir. Çocuk; annesinin kucağında olmak, sevilmek, okşanmak, annesinin sıcaklığını hissetmek ister.

Çocukların duygusal gelişiminde aile içi yaşantısının büyük önemi vardır. Çocuk aile içindeki yaşantısıyla kendine has duygusal özellikler geliştirir. Özellikle 1 yaşından sonra çocuğun duygusal gelişimi daha belirgin derecede ortaya çıkar. Çünkü bu yaştan itibaren dış dünyaya daha fazla açılmaya başlar. Kendisi dışındaki dünyayı daha iyi ayırt etmeye başlar.

İlk yıl içinde tamamen sizinle dolu olan dünyası artık çeşitlenmektedir. Onun tek odak noktasında siz vardınız. Bu yavaş yavaş değişmektedir. 1 yaşına gelen çocuk artık sizin dışınızdaki bireylere de yavaş yavaş kınlık göstermeye başlayacaktır. Diğer aile bireylerini de tanıyacaktır. Dedesini, babaannesini, anneannesini, halasını, dayısını, komşuyu, vb. tanımaya başlayacaktır.

Çocuk işte tüm bu yaşantılarıyla kendisi olmaya başlayacaktır. Yepyeni bir birey olmaya doğru ilerleyecektir. Siz de bir anne baba olarak onun duygusal olarak daha iyi yetişmesi, doyumlu bir hayat yaşaması, duygusal yönden sağlıklı bir birey olması için çaba göstermelisiniz. Her çocuk birbirinden farklı farklı karakterlerdedir. Kimisi hırçın kimisi uysal, kimisi neşeli kimisi daha sinirli, kimisi sakin, kimisi yaramaz, kimisi çekingen kimisi girişken. Bu listeyi daha da uzatabilirsiniz.

İşte tüm bu ve buna benzer etkenler çocuğun duygusal gelişimini etkiler. Bundan dolayı çocuğun olumlu bir duygusal gelişimi için anne ve babalar azami gayret göstermeli ve olumlu bir tutum takınmalıdırlar. Her şeyden önce evde güven dolu, sevgi dolu bir ortamı tesis etmelidirler. Çocuğa şefkatle yaklaşılmalıdır. Ona duygularını gösterin. Onu sevdiğinizi belli edin. Onunla iyi ve dengeli bir iletişim dili geliştirin. Onu destekleyin ve cesaretlendirin. Onun başkalarıyla da olumlu ilişkiler kurmasına yardımcı olun.

 

Duygusal Gelişimle İlgili Kavramlar:

Duygu: Duygular, çocuğun temel gereksinimleri ve bu gereksinimlerin etkisini dışarı yansıtmasıdır. Haz ya da elem olarak yaşanan duyguların yansıması çocukta sevinç, mutluluk, üzüntü, korku, öfke, kıskançlık, saldırganlık ve ağlamadır. Duygular, öğrenme ve olgunlaşmayla birlikte yaşamın her döneminde farklılıklar gösterir.

Heyecan: Heyecan, genellikle yoğun yaşanan, olumlu ya da olumsuz duyguların organizmada durgun ve olağan durumunu bozması olarak tanımlanır. Heyecan hem haz yönünde hem de elem yönünde olabilir. Heyecanın haz ya da elem yönünde olmasını çevreden gelen uyarıcılar belirler. Heyecanın oluşmasında her zaman çevresel faktörler etkili değildir. Bazen de birini düşünmek ya da hayal etmek bireyin heyecanlanmasına neden olur.

Refleks: Organizmanın, bir uyarana karşı verdiği cevaptır. Bebeğin dünyaya gelmesiyle birlikte tutma, emme gibi refleksleri devreye girerek hayata uyumunu kolaylaştırır. Bu refleksler on 15-16. haftalardan itibaren kaybolur ve yerini öğrenilmiş davranışlara bırakır.

Haz: Haz, bir güdünün doyumu sağlandığında ya da bir amaca varıldığında yaşanan duygudur. Haz, bireye mutluluk ve rahatlık verir. Haz, ihtiyaçların doyumundan kaynaklanan bu duygu insanı sevindiren duygular olarak tanımlanır. Sevinç, mutluluk, hoşlanma ile ifade edilir.

Büyüklerin küçüklere sevecen davranması onları neşelendirir ve mutlu eder. Kişinin merak ettiği bir konuyu araştırması da onun merakının giderilmesine neden olur.

Çevreden gelen tüm etkiler, mutluluk ve rahatlık verir. İhtiyaçların doyumundan kaynaklanan, insanı sevindiren duygulardır. İnsanı sevindirir ve haz verir. Haz veren bu duygular olumlu duygulardır. Haz duyguları, insanın yaşamına renk verir; gelişimine ortam hazırlar, duygu sistemini güçlendirir, düşünmeyi çabuklaştırır, çocuğu yaşama bağlar.

Elem: Bireyler, ihtiyaçları karşılamadığı ve duyguları tatmin edilmediği zaman gergin ve mutsuz olurlar. Buna da elem denir. Elem, insanda gerilim yarattığı kişinin kendisini ve karşısındakini üzdüğü veya zarara uğrattığı için olumsuz bir duygudur. Kişinin başarısızlığa uğraması, baskı altında kalması, sevdiği bir kişiyi yitirmesi elem duyguları yaratır. Bu duygulara bir başkası neden oluyorsa öfke, kıskançlık, nefret, iğrenme, kızgınlık, düşmanlık gibi duygulara neden olur. İnsanın karşısındakinden çok kendinden kaynaklanan elem duyguları ise korku, utanma, üzüntü, sıkıntı, bıkkınlık, eziklik gibi duygulardır.

Duygusal Gelişime Uygun Etkinlikler:

• Çocukların; yaşına, gelişim düzeylerine ve bireysel farklılıklarına uygun etkinlik planlama ve çevresel düzenlemeler yapmak
• Çocukların, kendilerini kabul ettirmelerini sağlayıcı, benliklerini olumlu yönde geliştirebilmeyi destekleyici tavır ve tutumları benimsemek.
• Çocukların, duygu ve düşüncelerini kabul görecek şekilde açığa vurmalarını ve diğerlerinin duygu ve düşüncelerini anlayabilmelerine olanak sağlamak.
• Çevrelerindeki diğer çocuk ve yetişkinlerle etkileşim içinde olmalarını sağlayacak ortamlar yaratmak.
• Çocukların, çevrelerini ve dış dünyayı algıladıkları şekilde ifade edebilmelerine yardımcı olmak.
• Çocukların iş birliği yapma, görev ve sorumluluk alma, paylaşma vb. davranışların olabilmesine fırsat veren etkinlikler planlamak.
• Çocukların seçme ve karar verme becerilerini kazanmalarına fırsat vermek.

Görüldüğü gibi duygular, birey olmanın en önemli unsurudur. Bütün insanların, yeni doğmuş bebeklerin bile duyguları vardır. Sosyalleşmenin olabilmesi için duygular temel rolü üstlenir. Bu yüzden duygular, yaşama uyum sağlama fonksiyonlarıdır.

ÇOCUĞUN SOSYAL GELİŞİMİ

Sosyal gelişim, bireyin sosyal uyarıcılara ve grup yaşantısına, toplumdaki yaptırımlara karşı duyarlı olabilmesi, içinde bulunduğu grupla ya da yaşadığı kültürdeki diğer bireylerle geçinebilmesi onlardan biri gibi davranabilmesine “sosyal gelişim” denir.

Çocuğun, ailenin sosyal değerlerini algılamaya başlaması, bunları kendine göre eleştirmesi ve davranışa dönüştürmeye çalışması sosyalleşmesinin ilk göstergelerdir. Diğer gelişim alanlarında olduğu gibi, erken çocukluk çağında kazandığı sosyal değerler ve sosyal yaşantılar daha ileri yaşlardaki sosyal gelişimin temelini oluşturur.

Çocuğun sosyal gelişiminde birinci derecede aile bireylerinin önemli rolü vardır. Bir aile içinde yetişen çocuk aile kurallarını, toplumsal kralları, toplumda dengeli bir şekilde yaşamak için gerekli olanları, iletişimi, paylaşmayı, sorun çözmeyi vb. birçok şeyi öğrenir. Tek çocuğun olduğu ailelerde bu görev özellikle anne ve babalar düşer. Çocuğun başka kardeşleri de varsa sosyalleşme sürecinde diğer kardeşiyle kurduğu oyun grubunun da büyük etkisi olacaktır.

Çocuğun sosyalleşmesi kalıtımdan çok çevrenin etkisine yani öğrenmeye dayanır. Çocuğun çevresindeki kişilerle sürekli etkileşim içinde olması, onun sosyalleşmesini sağlar.

Çocuğun sosyal gelişimini iyi tanımak gerekir. Aksi hâlde çocuktan gelişim düzeyinin üstünde yapamayacağı davranışları isteyerek, onu uyumsuzlaştırmış veya gelişim düzeyine göre sosyalleşmesini geciktirmiş olabiliriz.

Sosyal Gelişimle İlgili Kavramlar:

Benlik: Benlik, bireyin fiziksel ve sosyal çevresiyle olan etkileşimleri sonucu kazandığı birtakım kişisel duygu, değer ve kavramlar sistemidir. (Tan, 1979)

Benlik kavramı bireyin zihinsel ve fiziksel özelliklerinin toplamı ve sahip olduğu bütün bu özelliklere ilişkin kendini değerlendirmesi olarak tanımlanır. (Lawrence, 1988)

Benlik kavramı, bir bireyin kendini algılama şekli, kim ve ne olduğuna, kimliğine ilişkin düşüncesidir. Başka bir deyişle, kendi hakkındaki duygu ve düşünceleri ve kendisi için önemli olan şekillerde başarılı olma yetisidir. (Yavuzer, 2004, 17)

Benlik saygısı, bireyin ne olduğu ile ne olmak istediği arasındaki farka ilişkin duygularını gösterir. Benlik saygısı insanların birer birey olarak, değerleri konusunda ulaştıkları kanıdır. Kendi benlik kavramını beğenmesi, onaylaması ve kendinden hoşnut olmasıdır. (A.g.e., 17)

Düşük Benlik Saygısı Olan Çocuğun Tipik Özellikleri:
• Görevden, denemeden kaçınır. Bu tepki başarısızlık kaygısı ve güçsüzlük belirtisidir.
• Bir oyuna veya ödeve başladıktan kısa bir süre sonra bırakır. En ufak bir hayal kırıklığında yaptığı işten vazgeçer.
• Bir oyunu kaybedeceğine veya başarısız olacağına inandığında yalan söyler.
• Başkalarını suçlayarak veya dış etkenleri ileri sürerek mazeretler bulur (“Öğretmen aptal.” “Öğretmenim delidir, çok ödev veriyor, herkese kızıyor, hiç suçu olmayanlara bağırıyor.”) veya olayların önemini hafife alır. (“Zaten ben bu oyunu gerçekten sevmiyorum.”)
• Okuldaki notları düşer veya alışılagelmiş tüm etkinliklere karşı ilgisini kaybeder.
• Sosyal olarak geri çekilir, arkadaşlarıyla olan ilişkisini kaybeder ya da azaltır.
• “Hiçbir şeyi doğru yapamıyorum.” “Kimse beni sevmiyor.” “Ben çirkinim.” “Bu benim hatam.” veya “Herkes benden daha akıllı.” gibi kendine yönelik eleştiriler yapar.
• Övgü veya eleştirileri kabul etmede güçlük yaşar.
• Diğer insanların kendisi hakkındaki düşüncelerinden ve olumsuz akran davranışlarından aşırı derecede etkilenir. Okulu hafife almak, dersi bölmek, saygısız davranmak gibi tavır ve davranışları benimser.
• Evde ya aşırı derecede yardımcıdır ya da hiç yardım etmez. (A.g.e., 21)

Çocukların ve tüm insanların sağlıklı bir benlik değerine sahip olmaları için gerekli olan ögeler şunlardır:

• Emniyet duygusu.
• Katılımcılık duygusu.
• Kendini kontrol etme ve disiplin duygusu.
• Cesaretlendirme, destekleme ve takdir duygusu.
• Hataları ve başarısızlıkları kabullenme duygusu.
• Aileye mensup olmanın getirdiği benlik değeri.
• Sorumluluk duygusu.
• Ait olma duygusu.
• Amaç duygusu.
• Kişisel yeterlilik ve gurur.
• Güven duygusu.

Sonuç olarak çocuklara saygılı davranarak, onların görüşlerini alarak ve düşüncelerini dikkate alarak ve onların değerlendirmelerini takdir ederek çocukların benlik saygılarının artmasında aileler önemli rol oynarlar. Ebeveynler çocuğun gelişmesinde benlik saygısının önemli bir yeri olduğunu akılda tutmalıdırlar.

• Sosyalleşme-Sosyalleştirme: Bireyin içinde bulunduğu toplumda geçerli olan kural ve değer yargılarını öğrenmesi, onlarla uyum içinde olmasına sosyalleşme denir. Sosyalleştirmeyse bireye özellikle çocuğa üyesi olduğu topluluğun ya da toplumun töre, gelenek ve kültürel değerleriyle ölçülerini öğretme ve benimsetme işidir.

• Sosyal Olgunluk: Bireyin anlayış, duygu tutum, beceri gibi özellikler bakımından içinde yaşadığı toplumun beklentileri doğrultusunda gösterdiği olgunluktur.

• Kültür: Bir toplumun duyuş, düşünüş, yaşayış bakımından diğerlerinden ayıran gelenek, görenek ve adetlerin tümüne, toplumun yaşam biçimine kültür denir.

Sosyal Gelişim İçin Öneriler:

• Çocukların yaşlarına uygun olarak sosyal gruplar içinde yer alması teşvik edilmelidir.
• Çocuğun yaşına uygun sosyal aktivitelerde bulunması teşvik edilmeli ama etkinliğe zorlanmamalıdır.
• Sosyal olarak bulunulan ortamlarda (örneğin komşuluk ilişkilerinde) çocuk bir kenara atılmamalı, beklentiler önceden karşılıklı olarak konuşulmalı ve buna da uyulmalıdır.
• Sosyal gelişimde en önemli uyarıcı olan oyuncaklar, çocuğun yaşına ve gereksinimlerine uygun olarak seçilmeli, yaş büyüdükçe görüşleri alınmalı ve zamanla kendi oyuncaklarını seçmesine izin verilmelidir.
• Anne-babalar, çocukların oyununa katılmalı ve zaman zaman çocuğun oyununa davet beklemeden katılmayı bilmelidir.
• Evde çocuğun kendini ifade etmesine izin verilmelidir.
• Çocukları da ilgilendiren yaşantılarda (oyuncak, giysi, eş-dost akraba ziyaretleri, okul seçimi, arkadaş seçimi, tatil vb.) onun da görüşlerine başvurulmalıdır.
• Çocuğu, ne kardeşleri ne de diğerleri ile kıyaslamamak gerekir. Ona; tek, kendine has ve değerli bir varlık olduğu hissettirilmelidir.

Seçim ve tercihlerin de gerekçeleri dinlenmeli ve saygı duyulmalıdır. Seçim ve tercihlerini yanlış yaptığı düşünülüyorsa, ikna edilmeli aksi takdirde hata yapmasına göz yumulmalıdır. Çünkü hatalardan da öğrenilecek şeyler olduğu unutulmamalıdır.

 

ÇOCUKLARI TANIMAK

Çocukları tanıma ve değerlendirme; çocukla ilgili tüm bilgilerin, objektif, esnek fakat tutarlı bir şekilde çok çeşitli araçlar yardımıyla sistematik olarak toplanması, kayıt altına alınması ve bunları birbiri ile birleştirerek anlamlı ve güvenilir bir karar verme sürecidir.

Çocukları tanımak neden önemlidir?
• Çocukların gelişimsel özelliklerinin bilinmesi, yardıma ihtiyaç duydukları alanların ve güçlü yönlerinin tespit edilmesini sağlar.
• Çocukların ihtiyaçlarını karşılayacak etkili ve kaliteli eğitim programlarının oluşturulmasını sağlar. Çocukları tanımak için atılan adım sağlam bir başlangıç oluşturur.
• Çocukların özelliklerine uygun öğrenme yöntem, teknik ve araçların seçilmesi ve böylece etkili ve kaliteli öğrenme ortamlarının düzenlenmesine temel oluşturur.
• Çocukları güçlü ve gelişmeye açık özel gereksinmelerinin erken yaşlarda fark edilerek desteklenmesini, yönlendirilmesini sağlar.
• Çocukların kendi kendilerini tanımalarına fırsat yaratarak, bireysel ve sosyal farkındalıklarını geliştirir. Çocukların gelişimlerindeki ilerleme ya da sapmaları ölçmeyi sağlar. Böylece çocuk hakkında bir profesyonel olarak aileleri bilgilendirmede güvenilir bir rehberlik hizmeti vermek mümkün olur.

Çocukların Tanınması Gereken Yönleri:
• Beden gelişimi ile ilgili bilgiler.
• Ailesi, yakın çevresi ve yaşadığı çevre ile ilgili bilgiler.
• Kimlik bilgiler.
• Sağlık durumu ile ilgili bilgiler.
• İlgi ve yetenekleri ile ilgili bilgiler.
• Kişilik özellikleri ve geçmiş yaşantıları ile ilgili bilgiler.
• Bilgi ve beceri, başarı ve uyumu ile ilgili bilgilerin bilinmesi gerekir.

Çocukları Tanıma ve Değerlendirme Sürecinde Dikkat Edilmesi Gereken Noktalar:

• Çocukları tanıma ve değerlendirmenin amacı, çocukların neleri bilmediğini değil, neleri ne kadar bildiğini ortaya çıkarmaktır. Çocukların bildiklerinden hareketle, yeni öğrenme alanlarına dikkatlerinin çekilmesi önemlidir.
• Tanıma ve değerlendirme çalışmaları kesinlikle çocuğun yapamadıkları üzerinde yoğunlaştırılmamalıdır. Çocuğun kendisiyle ilgili olumlu benlik algısı güçlendirilmelidir. Çocukların bildikleri kadar merak ettiği konularda dikkate alınmalıdır. Çocukların meraklarını gidermek için sordukları sorulara önem verilmelidir. Çocukları tanımak demek, çocukların neleri öğrenmek istediklerini de ortaya çıkarabilmek demektir.
• Çocuklar ne yaptıkları kadar nasıl ve neden yaptıklarını da düşünmelidirler. Çocuk yaptığı eylemlerin nedenini düşünmeden yaptığında, ezberci bir yapıya sahip olabilir. Çocuklarla öğrenme sürecinde, duygu ve düşünceleri ile ilgili konuşmalı, yaptıklarının amaçları hakkında paylaşımlar yapılmalıdır.
• Çocuklar aynı yaşta olsalar da birbirleri arasında farklılıklar olabileceği unutulmamalıdır. Bu nedenle çocuk merkezli çoklu değerlendirme, yöntem ve araçlarının kullanılması gerekmektedir.
• Çocukları tanıma ve değerlendirme çalışmaları eğitim programlarının bir parçasıdır. Eğitim ortamındaki her durum çocuk hakkında bir veri olarak dikkatle değerlendirilmelidir.
• Çocukları tanıma ve değerlendirmede aileleri ve yaşadıkları çevre koşulları da dikkate alınmalıdır.
• Çalışmalar düzenli ve sürekli olarak yapılmalıdır.
• Etik davranmalı, elde edilen bilgiler sadece eğitim amaçlı kullanılmalıdır.

ÇOCUK VE ARKADAŞLIK

Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker en iyi arkadaşının kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye siperden çıkaramayacağı gibi bir ateş altındaydılar.
Asker teğmenine koştu hemen:
“Komutanım, bir koşu arkadaşımı alıp geleyim mi?”
“Delirdin mi?” der gibi baktı teğmen…
“Gitmeye değmez oğlum, arkadaşın delik deşik olmuş. Büyük olasılıkla ölmüştür bile. Kendi hayatını da tehlikeye atma sakın!”
Ama asker o kadar ısrar etti ki teğmen izin vermek zorunda kaldı.
“Peki, dene bakalım!”
Asker yoğun ateş altında fırladı siperden ve mucize eseri, arkadaşının yanına kadar gitti, yaralı arkadaşını sırtlandığı gibi taşıdı. Birlikte siperin içine yuvarlandılar.
Teğmen koşup yaralıya bir göz attı ve nefes nefese bir kenara yıkılmış askere döndü:
“Sana hayatını tehlikeye atmaya değmez, dememiş miydim? Bu zaten ölmüş!..”
“Değdi Komutanım, değdi!” dedi asker.
“Nasıl değdi, arkadaşın zaten ölmüş, görmüyor musun?”
“Gene de değdi komutanım, çünkü yanına vardığımda henüz yaşıyordu…Ve onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim için…”
Ve hıçkırarak, arkadaşının son sözlerini tekrarladı:
“Geleceğini biliyordum! Geleceğini biliyordum!..”

Arkadaşlık, çocuğun aile ortamından çıkıp kendi yaşıtları ile iletişim kurmaya başlamasıdır. İlk çocukluk döneminde başlayıp gelişen bir ilişkidir. Özelikle arkadaşlıkların başladığı 3-6 yaş dönemi, çocuğun kendini ifade etmesi açısından büyük önem taşır.
Oyun çağındaki çocukların arkadaş edinmesi doğal bir durumdur. Önemli olan çocuğun kaynaşabileceği oyun ortamı bulabilmesidir. Her çocuğun sosyal gelişimi için uygun arkadaş çevresi gereksinimi vardır. Genelde anne babalar çocuğun yaşı küçükken arkadaş seçiminde etkili olurlar. Belli bir yaştan sonra bu konuda etkileri azalır. Çocuğa arkadaş çevresi ile ilgili doğrudan yapılacak yargılamalar ve suçlamalar onu çoğu zaman anne baba ile karşı karşıya getirecektir. Bu nedenden dolayı arkadaş çevresi oluşturmak anne babaların küçük yaşlarından itibaren çocuğa verdikleri bazı prensipler ile şekillendirmeye çalışmaları daha uygundur.

Çocuğa arkadaşlık ilişkilerinde nasıl yardımcı olunmalı?
• Çocuğa iyi arkadaşlık becerilerini öğretin.
• Çocuğun eve arkadaşlarını getirmesine izin verin.
• Çocuğa kendi arkadaşlarını seçme şansı tanıyın.
• Çocuğun arkadaşlarıyla dalga geçmesine izin vermeyin.
• Çocuğa yol gösterici olun.
• Çocuğunuzun kendine güvenmesini sağlayın.
• Yanlış ilişkilere izin vermeyin.
• Arkadaşlık ilişkilerini yakından izleyin ve gözlemleyin.
Sonuç olarak, iletişim becerilerinin yaşın ilerlemesiyle ve çocuğun aile ortamında kazandığı, öğrendiği deneyimlerle arttığı düşünüldüğünde, sosyal bir ortam ve arkadaş edinme ihtiyacı, kabul görme, anlaşılma ve paylaşabilme olanağını sağlama açısından önemlidir. Çocuğun duygularını kontrol edebilmesi, empatik davranabilmesi, bireysel farklılıkları fark edebilmesi ve kendini ifade edebilmesi sosyal gelişiminin önemli parçalarıdır. Bu nedenle aileler çocuklara destekleyici ve denetleyici tutumlarla onların sosyal ilişkilerini geliştirmelerine fırsat tanımalıdırlar.

ÇOCUK VE OYUN

Oyun, çocuğun fiziksel, bedensel, zihinsel, dil ve sosyal kapasitesinin gelişmesine fırsat vererek toplum içindeki sosyal rolünün, özdeşiminin ve kendini diğer bireylerden ayıran özelliklerin farkına varmasını sağlar.

Özellikle 2-6 yaş arasında oyun oynamaya ihtiyaç duyduklarından oyun çağı ya da oyun dönemi olarak adlandırılır. Çünkü çocuk günün yarısını uyku ve yemek yeme dışında kalan zamanını hep oyun oynayarak geçirir.

Oyun oynayan çocuk, zaman ve mekân kavramlarına ait bilgileri çok doğal bir ortam içinde öğrenir. Grup oyunlarında bekleme, devam etme, başlama, bitirme, gibi durumlar zaman kavramının yaşam içinde özümlenmesini sağlar. Ayrıca, bahçede, sınıfta değişik köşelerde yapılan etkinlikler de mekân kavramının gelişimini destekleyici niteliktedir. Bunların yanı sıra, çocuk oyun içinde oyun materyallerini değişik durumlarda kullanarak, renkleri birbirine karıştırarak, nesneleri bir kaba doldurup boşaltarak materyallerin niteliksel ve niceliksel özellikleri hakkında bilgi edinir.

Günümüzde gelişen teknoloji çocukların fiziksel, bedensel, zihinsel, dil ve sosyal kapasitesinin gelişmesini büyük ölçüde etkilemektedir. Nedeni ise bilinçsiz çoğu anne-babaların çocuklarına atari, bilgisayar, internet, cep telefonları vs. gibi oyuncaklar satın alıp onların odalarına kapanmalarına neden olmalarıdır. Böylece çocuklar boş zamanlarını dışarda arkadaşlarıyla birlikte değil de oyuncaklarıyla baş başa geçirirler. Bu da gelişmekte olan çocukları her yönüyle olumsuz şekilde etkilemektedir.

Bu konuda anne ve babalar çok dikkatli olup çocuklarına sınırlamalar koymalılar ve daha çok dışarlarda arkadaşlarıyla vakit geçirmelerine özen göstermelidirler.

Çocuklara Oyun Ve Oyuncak Seçerken Dikkat Edilmesi Gereken Noktalar:

• Oyuncak kutusunda kilit olmamalı ya da kendiliğinden kapanan ama çocuğunuza zarar vermeyecek bir mekanizma bulunmalı.
• Oyuncaklar çocuğun yaşına uygun olmalı.
• Kolayca kopup, çocuğun ağzına atacağı küçük parçaları olmamalı.
• Sivri uçları, kesici kenarları olmamalı.
• Parmaklarının sıkışabileceği ek yerleri olmamalı.
• Gözlerine zarar verebilecek çıkıntıları olmamalı.
• Çocuğunuza uygun büyüklükte ve ağırlıkta olmalı.
• Zehirsiz boyalarla boyanmış olmalı.
• Oyun değeri olmalı ve sadece yıkıcı deneyler yapmak için kullanılmamalı.
• Oyuncaklar düzenli olarak gözden geçirilmeli, hasarlı ve kırık olanlar atılmalı.
• Oyun alanının tabanı yumuşak, etrafı çitle kaplı olmalı.
• Oyun alanından zehirli bitkiler temizlenmeli.
• Oyun araç ve gereçleri yere güvenli bir şekilde sabitlenmeli.
• Bozuk paralar, kibrit, çakmak, sigara izmariti oyun alanında olmamalı.

Oyunun Faydaları:

• Çocuğa kurallara uymayı, sorumluluk almayı, işbirliğini ve diğer insanlara saygılı olmayı öğretir.
• Girişimci olma, tehlikeyi göze alma, karar verme ve problem çözme yeteneğinin gelişmesine yardımcı olan önemli bir unsurdur.
• Oyun sırasında çocuğun kendisine güvenini geliştirme, duygusal ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamada, kendi kendine yeterli olabilme gibi nitelikler kazandırır.
• Çocuğun benlik ve sosyal gelişiminde oyun etkili bir gelişimsel süreçtir.
• Çocuğun dikkatinin yoğunlaştırılması ve bunun sürdürülmesine olanak sağlar.
• Oyun sırasında dikkatini bir noktaya toplama deneyimleri yapan çocuk bunu günlük yaşantısına da aktaracaktır.

 

KÜÇÜK FİLOZOFLARDAN ÖĞRETİLER

Merhaba sevgili okurlarım.

Yeni çıkan ve altıncısı olan küçük filozoflardan öğretileri isimli kitabımın önsözünü sizlerle paylaşmak istiyorum. Okumanızı özellikle tavsiye ederim.

Dünyada iki şeyi çok severim. Birincisi çocuklar, ikincisi de kitaplardır. Çocuklar bizim bugünümüz, yarınımız daha açıkçası ileride bizlerin yerini alacak olan büyüklerimizdir. Onlar en büyük eserimizdir. Onları yarına hazırlamak, hepimizin kutsal görevidir. Bu görevimizi eksiksiz yerine getirmek zorundayız. Çünkü yarınlar onların olacaktır.
Kitaplar ise bizleri güneş gibi ısıtıp aydınlatan çok değerli yapıtlardır. Yemek, içmek nasıl bedenimizin ihtiyacı ise, okumakta ruhumuzun vazgeçilmez bir ihtiyacıdır. Sıkıntımızı unutmak; hayatımızı, ruhumuzu, kafamızı, düşüncelerimizi ve fikirlerimizi aydınlatmak için mutlaka okumaya ihtiyacımız vardır.
Kitap, hiç şüphesiz fertlerin ve milletlerin hayatını değiştiren, yenileştiren ve ilerlemelerini sağlayan en önemli vasıtalardan biridir. Bizi maddi manevi yönden üstün kılan bilgiler, kitap sayfaları arasındadır. İyi kitap, insan da olumlu ilgilerin uyanıp gelişmesine yardım eder.
Hayatımın yarısı okumakla, yazmakla ve çocuklarla iletişim içinde geçti ve de gçiyor. Çocuklardan çok şey öğrendim. Doğru bildiğim birçok yanlışları çocukların sayesinde farkedebildim. Onlar benim hayatta gerçek öğretmenlerim oldu. Her zaman diyorum; “Keşke bu güzel dünyamızı çocuklar yönetse!” Çünkü temiz vicdanları vardır.
Ne zaman bir araya gelseler, hemen kaynaşıp oynamaya ve paylaşmaya başlarlar. Kendi aralarında hemen yeni bir dünya kurarlar. Ne kavga, ne sömürü, ne sınıf ayrımı, ne de din, dil, ırk, mezhep, cinsiyet ayrımı yaparlar. Böyle bir utanç onlarda görülmez.
Kısacası çocuklar ve kitaplar bizim en iyi rehberlerimiz yani öğretmenlerimizdir. Her ikisininde değerini çok iyi bilmeliyiz. Eğer çocuklara ve kitaplara değer vermezsek yarınlara da umutla bakmamız mümkün değildir.
Bu kitabımı okurken hem gülecek, hem düşünecek hem de duygulanacaksınız. Çünkü kitabın içeriği eğitici, eğlendirici, düşündürücü birbirinden güzel hikâyelerle doludur.
Güzel okumalar dileğimle.

Mustafa Birgin 2017, Viyana

ÇOCUK VE HARÇLIK

Harçlık çocuğun sorumluluk duygusunun gelişmesi için önemli bir araçtır. Anne babalar çocuklarına harçlık verirken; çocukların bireyselliklerini destekledikleri gibi yetişkinlik dönemlerindeki para ile ilişkilerinin de temelini oluştururlar. Çocuğa harçlık verme ve verilen parayı iyi kullanabilmesinin sağlanması eğitimin bir parçasıdır.

Çocuğa kaç yaşından itibaren harçlık verilmeli?
Çocuğa harçlık verilmesine 6-7 yaşlarında başlanmalıdır. Çocuğun yaşı büyüdükçe parayı kontrol etme, hesabını iyi yapma ve bütçesine göre harcama planını yapma konusundaki becerileri gelişecektir. Bu durum dikkate alınarak, lise öğrencisine aylık harçlık verilerek para kullanma becerisinin daha da gelişmesi sağlanabilir. Ancak parasını harcadığı yerler yine iyi izlenmeli ve çok hissettirmeden denetimi yapılmalıdır.

Çocuğa nasıl harçlık verilmeli?
Harçlık, günlük veya haftalık verilebilir. Harçlığın belli bir düzen içinde çocuğa verilmesi en uygun ve tutarlı yoldur. Çocuk, harçlığını biriktirerek bir eksiğini karşılamaya veya çok istediği bir malzeme ya da oyuncağı almaya teşvik edilmelidir. İlgi ve merakı doğrultusunda doğru ve yararlı şeylere para harcaması, ihtiyacı doğrultusunda alışveriş yapması için rehberlik edilmelidir.
Çocuğa harçlık verilirken “ben eskiden çok çektim, çocuğum çekmesin” anlayışı yanlıştır. Harçlık ne çok fazla ne de çok az verilmelidir. Abartılı harçlık doyumsuzluğa, kısıtlı harçlık ise “değersiz olduğunu düşünme” ve sonucunda saldırganlık ve itaatsizlik duygularına dönüşebilir. Anne ve baba, iyi bir rehberlik yapabilirse, bazı hedefler koyarak çocuğunun parayı ihtiyacı kadar harcayıp geri kalanını biriktirmesine, sabır ve parayı daha etkin kullanabilme kabiliyetlerinin gelişmesine yardımcı olabilir.

Harçlığın faydaları:
Düzenli ve disiplinli bir şekilde verilen harçlık çocuğun sorumluluk ve sahiplenme duygusunu geliştirir. Anlık ve geçici isteklerini erteleyebilme ve ihtiyaçlarını öncelik sırasına koyma becerisi kazandırır. Özellikle de tasarruflu olmayı elde ettiklerinin değerini bilmeyi öğretir.
Sonuç olarak, çocuğun yaşına ve sınıfına uygun olarak, ihtiyaçlarını karşılamak ve bir kısmını da biriktirebilmesini sağlamak üzere yeterli miktarda ve düzenli bir harçlık vermek en sağlıklı yoldur. Çocuğun talebine göre verilecek harçlık miktarında sık değişiklik yapmak uygun bir yaklaşım değildir. Çocuğun sahip olduğunun değerini bilmesi ve bütçesini ihtiyacına göre doğru planlamayı öğrenebilmesi için önemli bir neden olmadıkça verilecek miktar önceden belirlenen süre içerisinde sabit tutulmadır. Çocuk ne kadar süre içinde elinde ne kadar parası olacağını bilmeli ve harcamalarını buna göre planlamalı, aldığı harçlığı biriktirme ya da harcama kararını kendisi vermelidir. Bu onun yetişkin yaşlarda parasını iyi kullanması için bir deneyim ve hazırlık süreci olacaktır.

ÇOCUK VE BAŞARI

Her aile çocuğunun başarılı olmasını ve her öğretmen sınıfındaki her çocuğun başarılı olduğunu görmek ister. Her çocuk ise takdir edilmeyi, saygı duyulmayı ve güvenilmeyi ister. Tabii ki bu istekler öyle kolayca yerine gelmemektedir. Bunun için öncelikle anne ve babaya daha sonra da öğretmenlere büyük sorumluluklar düşmektedir. Çünkü çocuğun başarısını etkileyen faktörler önce evde anne ve baba ile geçirilen zamanda başlar. Sonra okulda ve çevrede devam edip gider.

Çocuğun doğduğu andan itibaren uyku düzeni, yeme düzeni, egzersiz ve hareket etme düzeni, evdeki disiplin ve aile içi ilişkiler çocuğun başarısını en temel etkileyen faktörlerdir.

Çocuğun başarılı olması nasıl sağlanır?

Sevgi: En önemlisi çocuklarınıza destek olup kayıtsız şartsız sevdiğinizi belli etmek! Sürekli fiziksel kontak (dokunmak, okşamak, öpmek) sayesinde çocuğunuzla tensel yakınlık kurmak ve baş başa kaliteli zaman geçirmek.

Anne-baba teşvikçi olmalı: Anne baba önce çocuklarına örnek olarak işe başlamalıdır. Evde düzenli aralıklarla kitap okuma günleri yapılmalı ve çocuklar kitap okumaya özendirilmelidir. Atalarımızın dediği gibi, üzüm üzüme baka baka kararır misali.

Çalışmak için ortam hazırlanmalı: Çocuğun dikkatini dağıtacak gürültü, patırtı gibi ortamdan uzak, iyi aydınlatılmış bir oda ve çalışma araç gereçleri bulunmalıdır.

Bağımsızlık: Çocuğunuza saygı gösterin. Onu kendi ayakları üzerinde durabilen, kendi kendine karar verebilen, kendine güvenli bir birey olarak yetiştirin.

Eğitim ve öğrenim: Eğitim ve öğrenimin önemini sürekli ortaya koyun, bunu adeta aşılayın çocuğunuza. Siz de yaşantınıza daima öğrenmeyi dâhil edin ki; çocuğunuz için eğitim yaşam biçimi haline gelsin.

Yaşamı başarıyla idare edebilme yeteneği: Çocuğunuza düzenli bir iş ve gelir sahibi olarak sağlıklı bir model sunun. Yaşamla başa çıkmanın yollarını böyle öğrenecektir.

Davranış: Çocuğunuza davranış eğitimi verirken olumlu yaklaşımları kullanarak istediğiniz davranışların oturmasına çalışın. Çocuğunuzun iyi davranışlarını hemen takdir edin.

Sağlık: Yaşayış ve beslenme şeklinizle çocuğunuza sağlık açısından ideal bir denge sağlayın. Düzenli spor yapın. Çocuğun ilgisi olan bir müzik aletini çalmasına özen gösterin. Çünkü müzik ruhun gıdasıdır.